BİSİKLET VE KISKANÇLIK
Az kişiyi böylesine kıskanmışımdır tüm hayatım boyunca; ancak itiraf etmeliyim ki o’ nu çok kıskandım. Kimdi, tam olarak kaç yaşındaydı, adı neydi bilmiyorum ama O’ nun o andaki halini çok kıskandım. O’ nu bir daha hiç görmeyeceğim; kaldı ki görsem bile tanımam imkansız.
Bir Antalya öğleden sonrası , güneş tepede yakıcı ışınlarını yolluyor bizlere; yağmurlu geçen günlerden sonra mayıs ayı nihayet gerçek özelliklerine aniden ulaşıvermiş sıcaklığı ile; ve ben arabamla giderken birden O ‘ nu görüverdim: Önce aldırmadım, arkadan öylesine bisiklete binmiş birisi idi işte, ancak hareketlerinde bir şey çekti beni ve arabayı durdurunca dönüp bakma ihtiyacı duydum.Dönüp baktım ve kıskandım ; çünkü o yüzündeki ifade için , o ifadeyi elde etmek için nice insan ne uğraşlar veriyorlar dünyada. Gömleğinin önünü yarı beline kadar açmış , rüzgara vermiş yüzünü ve göğsünü ; rüzgar bir yelkenli gibi şişirmiş üstündeki saman sarısı gömleğini ve yüzünde inanılmaz bir ifade ; yaşadığı anın tadını inanılmaz şekilde çıkarabildiğini gösteren bir ifade; inanılmaz bir huzur ve mutluluk tablosu.Hani cümlemiz elimizdeki tüm parayı döksek, serinlemek için en beş yıldızlı otellerin , en lüks havuz başlarında, en buzlu ,en özel kokteyllerini içsek o ifadeyi yakalayabilir miyiz ki? Hiç sanmıyorum; çünkü o ifade gerçek rüzgarı yakalamış, içten gelen bir coşku ve şevk ile kendi rüzgarının ve kendi dünyasının efendisi olabilmiş bir genç insanın coşkusu idi.Üstelik hiç düşünmeden, zorlanmadan, soru işaretleri sorulmadan, kendi kendine oluşmuş bir efendilik, bir imparatorluk idi bu.Bu okuyan , yazan, soru soran ve belki de dünyalar kadar para kazanan içimizden bir çok kişinin kaybettiği bir yeteneğin mutluluğu idi bu. Elindekinin kıymetini bilmek, elindeki ile coşkulu ve mutlu olabilmek.Ucuz bir bisikletin, doğanın hediyesi rüzgarın verdiği o hazzı sonsuza kadar yaşamaktı.Tabii imdi ben bu yazıyı yazarken aklıma ne geldi ? Bir bisiklet istiyorum.Ama lüks olması şart değil, aslında istediğim bisiklet de değil o huzur; hani sizlerle zaman zaman konuştuğumuz o huzur ki ben bu yeteneğe sahip olduğumu düşünürdüm. Evimde Toroslara karşı çay içerken, oğlumla oynarken, bilgisayarımın başında sabahlarken , hastalarım ile uğraşırken, yazı yazarken, aşk coşkusu duyup aşk acısı çekerken o duyguyu yakaladığıma inanırdım; ancak acaba dedim acaba bende ki gerçek mi? Çünkü ben yıllar sonra çalışarak öğrendim bu gerçeği (Ders çalışır gibi) elimdekilerin kıymetini bilebilme gerçeğini ; o çocukta ise doğal olarak vardı. Neydi bizlerin kaçırdığı?
Acaba Josef Kirchsner ‘in dediği gibi aşırı üretim ve tüketim merakı içinde kaybolmuş olmayalım?
Acaba uzaklardaki paha biçilmez orkideleri ararken ayağımızın dibindeki rengarenk kır çiçeklerini eziyor olmayalım?
Ne dersiniz?
Evet kimseyi kıskanmadım öylesine tüm hayatım boyunca ; ancak o gün o soluk sarı gömleğini rüzgarın coşkusu ile doldurmuş , bisikletinin üstünde inanılmaz bir yüz ifadesi ile gülümseyen genç adamı kıskandım. Kendi ülkesinin sadece kendi ülkesinin imparatoru olabilmiş ve tadını çıkarabilen bu genç adamı kıskandım. Daha doğrusu yüzündeki ifadeyi.
Evet biliyorum mutluluğunun kaynağı o değil ama ben yine de saçlarımı savurabileceğim , rüzgarı hissedip, yağmurda ıslanabileceğim ve ıslıklar çalarak kullanabileceğim bir bisiklet istiyorum!
Not: Ben bisiklete de binemem üstelik.
Sevgiyle kalın.
17 MAYIS 2000 ÇARŞAMBA